Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’ne beklenenin çok altında, tam anlamıyla bir hezimetle başladı. Frankfurt deplasmanında alınan ağır mağlubiyet, taraftarları derin bir hayal kırıklığına uğratırken, takımın Avrupa arenasındaki kronik sorunlarını bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Bu akşamki tartışmamızda, bu “re Hemen wordpress tool ile postu oluşturalım.
Şampiyonlar Ligi’ndeki Hayal Kırıklığı ve Tekrarlayan Sorunlar
Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi serüvenine kötü başlaması ne yazık ki yeni bir durum değil. Geçmişte Bayern Münih ve Manchester United gibi devlere karşı 20 dakika iyi oynayıp dağılma, Sparta Prag, Young Boys ve AZ Alkmaar gibi takımlara karşı yaşanan benzer rezaletler, bu akşamki mağlubiyetin sadece bir kaza olmadığını gösteriyor. Sürekli olarak daha atletik, daha iyi transferler yaparak “bir hayaleti kovalamaya” çalışıyoruz ancak sonuç hep aynı oluyor. Morutan’ın, Çicaldau’nun oynadığı topları bile deplasmanlarda oynayamıyorsak, demek ki yanlış bir hayaleti kovalıyoruz.
Bireysel Hatalar mı, Sistemsel Problemler mi?
Yunus, Sara ve Davinson gibi birçok oyuncunun maç içinde kişisel hatalar yapması, artık sorunun bireylerden öte sistemsel bir yerde aranması gerektiğini düşündürüyor. 75 milyona santrafor, 30 milyona kaleci ya da stoper alıp, üstüne bir de 10 milyon maaşla Alman Milli Takımı’nın 10 numarasını getiriyorsak ve buna rağmen bu hatalar yapılıyorsa, problem oyuncuların kullanımında demektir. Takım, ligdeki başarısının (100 maçın 85’ini kazanmak gibi) aksine, Şampiyonlar Ligi’nde neden bu kadar dengeli bir oyun sergileyemiyor? Neyi kovalıyoruz? Sürekli birilerinin ağzına basmaya çalışmak yerine, neden Atletico Madrid veya Frankfurt gibi takımların geride bekleyerek hata yapmayı bekleme stratejilerini uygulamıyoruz?
Kadro Tercihleri ve Teknik Ekibin Rolü
Maç öncesinde sakatlıktan dönen Yunus, diz sakatlığı yaşamış İlkay, iki hafta idmana çıkmayan Barış Alper ve Kulüpler Dünya Kupası sonrası dinlenememiş Sane gibi isimlerle, takımın “birilerinin ağzına basmaya” çalışması da başlı başına bir hata. İdmanda çalışıldığı iddia edilen pozisyonları Barış Alper’in golle sonuçlandıramaması, savunma kurgusundaki inanılmaz bireysel hatalar, Okan Buruk’un bu maça hazırlıksız olduğunu gösteriyor. Abdulkerim’in sol stoper oynamaması veya Davinson’un pozisyonu gibi tartışmaların ötesinde, takımın genel mental çöküşü ve mücadeleyi bırakması asıl sorun. 1-0 öne geçtikten sonra dahi topun arkasına geçen ve pas yaptırarak Galatasaray’ın hatasını bekleyen Frankfurt’un tuzağına düşmek direkt olarak teknik ekibin sorumluluğudur. Geçmişte AZ Alkmaar ve Sparta Prag maçlarında yaşanan benzer facialara rağmen Avrupa’da hâlâ aynı hataların tekrarlanması düşündürücü.
Müdahale Eksikliği ve Tekrarlayan Senaryolar
Devre arasında dahi hiçbir değişiklik yapılmaması ve takımın 15 dakikada üç gol yemesi, teknik direktörün müdahale etme konusundaki yetersizliğini gözler önüne seriyor. Oyuncuların sahada reaksiyon verememesi ve mental olarak çöküş yaşaması, sadece futbolcuların değil, onları yönlendiren teknik ekibin de bir problemidir. Liverpool maçına hazırlanırken bu hatalardan ders çıkarılmazsa, Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ndeki kaderi her zamanki gibi hüsranla sonuçlanabilir. “Bizaz haddimizi bilelim, hayaletleri, idealleri kovalamayalım. Futbol maçları puan almak için oynanıyor. Birilerinin ağzına basmak için oynanmıyor.” sözleri, bu durumun özetidir.
Hocanın ve Oyuncunun Maç Sonu Açıklamaları Mercek Altında
Okan Buruk’un maç sonu açıklamalarında “1-0 sonrası inanılmaz rahat oynuyorduk,” “İtalyan hakem kötü kararlar verdi,” ve “şanssız goller yedik” gibi ifadeler kullanması, sorumluluğu farklı yerlere attığı şeklinde yorumlandı. Barış’ın golünün kesilmesi ve bireysel hatalar gibi faktörleri öne çıkarması, genel stratejik sorunları göz ardı ettiği izlenimini yarattı. Öte yandan İlkay’ın “İlk 35 dakika iyi oynadık ama ilk golden sonra takımda moral bozukluğu hissettim. Şampiyonlar Ligi basit hataları affetmiyor.” şeklindeki açıklamaları ise daha gerçekçi ve öz eleştirel bulundu. İlkay’ın bu yaklaşımı, teknik direktörden beklenen ancak gelmeyen analizleri barındırıyordu. Bu durum, takım içindeki mental kırılganlığın ve oyun felsefesi üzerindeki belirsizliğin bir göstergesidir.
Zihinsel Kırılganlık ve Oyun Felsefesi
Galatasaray’ın bir gol yedikten sonra psikolojik olarak dağılması ve oyundan düşmesi, takımın zihinsel anlamda ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koydu. Yunus’un yaptığı hatadan sonra maçtan kopması, Sane’nin motivasyon eksikliği ve Barış Alper gibi oyuncuların takıma yeterince adanmış olmaması, sahadaki reaksiyonsuzluğun temel nedenleri arasında gösterildi. Oyuncuların yüksek maaşlar almasına rağmen, bu tür basit hataları yapma lüksleri olmadığı vurgulandı. Geçmişte Fatih Terim’in UEFA Kupası’nı kazanırken uyguladığı dengeli oyun anlayışı veya Şenol Güneş’in Beşiktaş’ı namağlup gruplardan çıkarırken gösterdiği pragmatik yaklaşım, bugünkü Galatasaray’a ders niteliğindedir. “Çalışacaksın, çalışacaksın, çalışacaksın,” sözü, bu sürecin olmazsa olmazıdır.
Sonuç
Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ndeki bu başlangıcı, sadece bir mağlubiyetten ibaret değil, aynı zamanda uzun süredir devam eden ve tekrarlayan sistemsel sorunların acı bir yansımasıdır. Ligdeki üstün başarıya rağmen, Avrupa’da sergilenen bu kırılgan ve stratejiden yoksun futbol, ciddi bir özeleştiri gerektirmektedir. Artık “hayalet kovalamayı” bırakıp, gerçekçi hedeflerle, dengeli ve pragmatik bir oyun anlayışını benimsemek elzemdir. Teknik ekibin saha içi müdahaleleri, oyuncu seçimleri ve taktiksel esneklik konularında radikal kararlar alması, hem kulübün hem de teknik direktörün Avrupa’daki geleceği için büyük önem taşımaktadır. Taraftarlar, transfer şovları veya sosyal medya atışmaları yerine, sahada mücadele eden, karakterli ve oyunu 90 dakika bırakmayan bir Galatasaray görmek istiyor.